12 Ağustos 2013 Pazartesi

hiç ölmeyecekmiş gibi olsun




kollarımı kaldırıp yürümeye başlamıştım herhangi bir ayın lüzumsuz bir gününde. ayaklarım her zamanki gibi çok hızlıydı, bedenim olanca ona riayet ediyordu. güzel miydi çirkin miydi bilmiyorum belki haldır huldurdu. gitmekti işte nihayetinde. kafanın hiç boş kalmadığı anlardan bir andır yürümek. aklına hep bir şeyler gelir ya da gördüğün bir şeye bile takılıp düşünmeye başlarsın. hatta bazen öyle oluverir ki aklına gelen duruma gülmeye başlarsın, teksindir ha sonra bi an kendine gelirsin hemen yüzünü asık bir hale getirip düzgün yürü haliyle devam edersin. 

bazen birilerini harcarsın yollarda, kafanda. en güzel intikamları önce zihninle verirsin. bu olmalıydı, bu olmalı dersin. bütün kızgınlıkların, kızdıkların, sevdiklerin ,sevinmelerin, üzülmelerin, üzdüklerin bir anda beliriverir. sonra aslında başkalarının hayatında olduğunu farkedersin, onlar seninkinde değilmiş gibi bir duygu beliriverir. ve anında koşarak uzaklaşırsın ayaklarınla ve tüm bedeninle, zihninden kaçıp, kaçıp, kaçıp...

1 Nisan 2013 Pazartesi

biz nereye hakikaten!



şimdi bahsedeceklerimin bir çok insanın yaşadığını biliyorum. önceleyin bir sızı kaplar içini sonra dalmak istersin bir süreliğine bıraksın beni akayıp gideyim dercesine. gidersin de nitekim yol nereye çıkar bilmeden. zaten yolun nereye çıkacağı o anlar içinde çok da önemsediğin bir şey değildir. sonra sonra o kadar bir sonra geçer ki senin algını kapatan zaman yeniden bir savaş kazanır, sanki savaş iyi bir şeymiş gibi kazanılsa da kaybedilse de aslında hep aynı şeyi hissettirmez mi; haksızlık.

ha sonra nolur, en tanıdık şeyler aklında belirince bakarsın ben neredeyim. aslında yokmuşum ki zaten, düşündüğüm hiç düşündüğüm değilmiş ki diye. sonra işte başlarız biz biz olmamaya, başlarız aslında oyuncağımızı saklamaya, bazen bazı zamanlar herkes biraz çocuk gibi. biz sahi kaçınma refleksini kaç aylıkken veriyorduk, ben hatırlamıyorum. unutmaya yön verdim kendime ; unut unut unutma, unutma ki kaç sefer aynı derde düşmeyesin.

ne güzeldir değil mi başlangıç, her şeyin başlangıcı hep çok güzeldir zaten. başlangıç dediğimiz yer önce sonsuzdan mı başlar yoksa sıfır noktasından mı. dedi ki bir arkadaş o etkili eleman neyle çarparsan çarp varolan tek sıfırdır, küçücük, minicik bir şey değildir. uyku felci yaşamış gibi bir süre nefessiz kalmak gibi, evet bir nevi karabasan.

ben ve diğeri bir şey yapmak istiyoruz, aslında sanırım tam manası var olmak istiyoruz. belki başkaları üzerinde belki herhangi bir durum, belki bir direniş, belki bir gözlemci belki de bir kahraman olarak... üç nokta çünkü her şey hep sonsuz.  yolumu biliyorum , biliyorum da sanırım mevzu önce hangi yönü kullanacağım da. ne kadar coğrafyam iyi olsa da herhalde yön duygum kayıp artık. ya da olmasa nasıl olurdu ki onu mu deniyorum acaba.

sorular hep çok fazla. o yüzden hep soru cümlelerini çok sevmişimdir, cevapları olmasa da olur, hatta gizem olması daha da bir cezbedici gelir. biz de öyle değil miyiz, insanoğlu. önce gizleriz sonra gizlediğimiz şeyi ararız. eşref-i mahlukat en çok inandığım şey.  çok da aşağılamak, yermek gibi olmasın ama öyleyiz. yaradılış olarak yani. yaradılış!

kimse ne küçük oyun aracı ne de onun amacı. biz sadece tesadüfen geldik evet üzgünüm bir yerden sonra farkına varıp tesadüfen gitmek istiyoruz. ama yine en güzeli tahir ile zühredir. amenna.

tahir de olmak da ayıp değil değilse o zaman neden bir tahir ya da zühre kadar olamıyoruz..

1 Kasım 2012 Perşembe

annem..



"fersah fersah uzaksın" demişti bir keresinde annem bana. çok zor gelmişti bu sözü kaldırmak. beynimden geçip bütün vücudumu şöyle bir yokladıktan sonra gitmesi gereken yere cuk diye oturdu laf. sonrasında düşündüm gerçekten uzaklaşıyor muyum diye. evet, elimde olmadan sanki onlardan uzaklaşıyordum sonra farkettim ki bir tek onlardan değil bunu artık herkese yapmaya başlamıştım. ne zaman bir şeye çok üzülsem beni üzen neyse kendimi onunla özdeşleştirip ona da tepki gösterip kendimi geri çekiyorum. ama bir süreden sonra farkettiğim bunu artık ne olursa yaptığım canımı yakan ya da yakmayan. o da kötü bu da kötü şu da kötü diyerek.

sonra yavaş yavaş duygularımı olabildiğince saklamaya çalışan birine dönüştüm. haklı mıydım haksız mı, bilemedim. bilemediğim gibi aynı zamanda çok çaresizdim. tam bir yokluk duygusu. sonra baktım ki insanların tepkilerine sarılma eylemini bile yapmadığımı söylediler yapamadığımı değil. ve benim bunun üzerine farkettiğim şey 'artık çok korktuğumdu'. genel sonuçlara varan öznel yargılar dile getiriyordum sürekli. o zamandan bu zamana aşmaya çalıştığım şeyler arasında. sonrasına bakıyorum hani nerede diyorum kim nerede neden ölüyor ya da ölüme yatıyor.. ben bir şey değilim, kimse gibi. bu yok değilim ya da kimse değilim değil. sadece 'insan' olarak görünmek. farkındalığın bu kadar yok edilmeye çalışıldığı bir coğrafyada olduğumu anımsamak bile acıtıyor.

ben en başta türk değilim, kadın değilim, anne değilim, baba değilim, kardeş değilim, sevgili, karı, koca, arkadaş, dost değilim... ben önce insanım, olması gerektiği gibi.

5 Ağustos 2012 Pazar

"artık olmayan bir sevda hikayesi"

gözünün önünü göremiyorken beni kalbiyle gören göz, gayb'la bir ilişkin olabilir mi acaba! mutzsuzluğundan bahsediyorsun ya sen bunu dediğinde içimdeki yangınların üçüncü dereceden olması senin için iyi olan tarafıdır. ya bilir misin ki birinci dereceden yanıklarla yıllarca izler kalacağını!

ben diyorum ki hani şöyle gidelim uzaklara, bakalım kendimize ve birbirimize ister beraber ister tekil yapalım bunu. ama bir beraber olalım. kendimize kendimizle kalalım. veyahut birbirimize birbirimizle bakalım. ama bir ikimiz olalım, yalnız. neyse hadi kaldık diyelim gerisi nedir diyeceksin değil mi! hakikaten nedir bir de senden duymak istiyorum ne olduğunu. bir kerecik olsun söyler misin.

bazen çok düşünürüm yazmak istediklerimi. sonra birden anlamsızlaşır kafamdakiler. bırakırım kendimi. sonra yaz derim gidilecek neresi varsa gitsin. sanki zaman hep tüyolar veriyor bana. bazen nereye oturtacağımı bilemesem de elbet diyorum bir süre sonra bulacağım ne tarafa oturacağını. artık o kadar iyi birisi olmadığımı olamadığımı biliyorum sadece.

dizlerimi döverek ağıtlar yakıyorum gitmene. acıyı da biliyorum acının coğrafyasını da( gitmesem de kalmasam da birebir yaşamasam da). ama sen yine de gittin ben yine kaldım öylece. ne bitmeyen bir hikaye olmanı istiyorum ne de aklımda kalacak bir şiir. aklımda kalırsan eğer hiç bitmeyecek öyküler oluşturursun kafamda. bir tarafından iyi gözükse de bir taraftan benim kabusum.

17 Haziran 2012 Pazar

notlar 2


Yalnızlığın en korkunç tarafı burası mı; aklınla konuşmaya başlamak. Oysaki ne yalnızlıklar var. Lümpen adımlarla oluşmuş, kibriyle yükselmiş, varlık düzeyini iniş çıkışlarla renklendirmiş..

 insan başkasını kendinden bilirmiş, lafıyla çılgına döndüğüm anlar fazladır. Ürkütücü gelebilir ama görülmesi gereken ana tema, genişlik arzumuz. Bir hikaye yazamayacak kadar je’s la.

Görünen  o ki, fena yanılgılarımız var. Nice jargon geçti dilimizden, aklımızdan nice şiddetli eylemler. Felsefe terapistliği değil tabiî ki bu. Olanın bitenin hikayesi. Gelmiş geçmiş en destansı hikaye; insanın trajedisi. Hiç öyle yukarıdan tartışmayın benimle. Nedir bu böbürlenmeler diye. Öyle işte. Bizim için ne ola ki bütün bunlar. Yabancıyız biz yabancı. Kimimiz kimsemiz yok.

Çok anlamsız değil mi insanın birileriyle otururken hem bir başkası hem kendi olmaya çalışması. Bu ne kadar yahu saçmalama modunda bir şey değil mi! Lafın cuk diye oturmasıyla tamda gelinen nokta burasıdır.

Hiçbir zaman kendime samimi olamayacağım sanıyorum. Başkalarından çok kendimi aldatıyorum. Bu ne ola ki şimdi! 

Bedenim hafif bir yorgunlukla meşgul sanırım. Varış noktasının km cinsinden uzaklığı henüz belli değil. 

Hakikat ve gerçeklik dediğimiz şey zihnimizden ortalığa saçtıklarımızsa eğer ya rolümüze sahip çıkalım ya da sahneyi bir an önce terk edelim. 

8 Mayıs 2012 Salı

bir göz şehir




şimdi ben hani hep korkuyorum ya bir şeylerden, çıkmaz sokaklar yaratıyorum ya kendime, beynimi bunlarla yoruyorum ya ama sanırım bir o kadar bunlardan korkan ve içinde yaşayan sadece bir sürü insan var. farkımız sadece ben çok fazla açık ediyorum. ya da birilerinin senin adına korkması. endişe, rahatsız edici bir ses gibi. düşündükçe düşünürsün, içselleşir o içinde. sen farketmezsin ve o çoktan yerini alır. durur orada öylece. sen farkedene kadar. bazende yaşatmaz kimisini. neyse mevzu bahis aslında başka.

yoklukları can acıtan insanlar vardır. yanında olduğunda onların olduğunu bilme hissi çok iyi hissettirir. varolduklarını bilmekle aynı şey değildir ama. ama biliriz ki onların var olduğunu bildiğimiz için yaşamıyoruz. yalnızlığın son aşamasına doğru ilerlerken insanoğluyla beraber aynı doğrultuda hani istiyor ki gönül yan yana olmak, daha çok zaman algısını yok etmek. herkes kendi insancıllığında kavruluyor. kimsenin buna itirazı olamaz. bugün barış bıçakçı'nın veciz sözler kitabına bakarken şöyle bir veciz gördüm. "yalnızlık mı? milyarlarca insanın adı geçiyor bu bahiste!". hepimiz aynı yerdeyiz yani öyle olsa gerek kimisi farketse de etmese de. "hayatın neresinden dönülse kardır." denmiş ya işte ben oralardan dönmeye çalışıyorum bu aralar.  gidilcek yer arıyorum. bir göz şehriniz var mı!

11 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Varmış Bir Yokmuş



                  Bir adam sevmiştim bir zamanlar. Sevgilimdi temmuz’da. Çok uzun zaman olmasa da sanırım, eylüldü bağır çağır ayrıldığımızda ve dünya alaşağı olduğunda. O gün bugündür izler hala devam eder. Çekilmiyor kan ondan gayrı. Yol yol değil. Sürekli bir boşluk sürekli bir ne yapacağım şimdi, hali. Kapağı açılmayan şişe gibi. Akıtsan içindekini belki her şey bitecek. Her dakikada onu düşündüğüm de beynim şişiyor sanki. Kocaman oluyor bazen aynı rüyalarımdaki gibi. Kocaman olup tam patlayacağı anda uyanıyorum. Kader değil biliyorum inanmakta istemiyorum inanmıyorum zaten. Bütün literatür sanki bir anda yok olup orda vücut buluyor. Gidemiyorum! Kalamıyorum da! Ayrı yazılan de’leri çok kullanıyorum artık. Ayrılığın getirdiği bir şey olmalı. Aradaki anekdotlar ondan kopmak isteyişimin algısı. Artık yazıda bile var oluyorlar. 


                 Aslında ‘yok’ olduğu halde hala hissettiğim kaybetme korkusu ne kadar yıpratıcı. Var ama yok. Var ama senin hayatında yok. Kendi algın içinde o hayatın bir yerlerindeyken sen onun yanında değilsin. Bazen çok eziyor bu duygu. Hatta yoruyor, ağlatıyor ve hatta öldürüyor. Kendi hayatlarımızda birbirimiz için devrimdik. Kaçtığımız yerdik belki. Onun için ordaydık, kaçtığımız yerde güzel bir şey yakaladığımız için. En güzel huyumdu belki de o. Tariflerimiz çok fazla bizdendi, ikimizden. Bizi tanımayanlar bilmezler bunları ama. Kelimelerimin el verdiğince anlatabildiklerim bunlar. Fazlaca kibirli, fazlaca sivri, fazlaca gurulu ve alıngan, fazlaca aynıydık işte. O yüzden kaldıramıyoruz bir türlü ne kendimizi ne birbirimizi. Hep özlüyoruz ama hiç bitmeyecek gibi bu özlememiz. Hiç istemediğim şeyi yapıyorum aslında. İsmimin kaderini yaşıyorum belki de. Yorgunluktan belki de dilim el vermiyor söylemeye ama yine de zikir edeceğim hala seviyorum. Gidemediğim için değil kalamadığım içinde değil. Yok onsuz bir duygu durumu bile imkansız sanki. Yıllar sonra belki bir gün kavuşuruz diye yaşıyorum belki de. Çok saplantılı belki, belki çok yıpratıcı. Böyle hissederken ayrılığın ve yokluğun acısı çok çaresizce. Sanırım en çok bizi erkeklik ve kadınlık hallerimiz ayırdı. Ağrıtan acıtan ne varsa hepsi ona dair, ondan biliyorum. Yokluğu yokluğuma denk. Ya reva ya cefa diyorum artık. Adını da artık bilmek istemiyorum. Bütün yorumlar özneldir ve o öznellikte nasıl kalınacağı da çok önemli değil. Benden ve ondan sonra tufan olacaksa ikimiz içinde eyvallah. 

            Belki bu böyle yıllar sürecek. Belki de bi an bitecek bilmiyorum. Ama zamanı çoktan aştık biz sanırım. Zaman bizi aşamadı. Bilemiyorum, gelecek için ne kadar gün sayılabilir ki en fazla!