1 Kasım 2012 Perşembe

annem..



"fersah fersah uzaksın" demişti bir keresinde annem bana. çok zor gelmişti bu sözü kaldırmak. beynimden geçip bütün vücudumu şöyle bir yokladıktan sonra gitmesi gereken yere cuk diye oturdu laf. sonrasında düşündüm gerçekten uzaklaşıyor muyum diye. evet, elimde olmadan sanki onlardan uzaklaşıyordum sonra farkettim ki bir tek onlardan değil bunu artık herkese yapmaya başlamıştım. ne zaman bir şeye çok üzülsem beni üzen neyse kendimi onunla özdeşleştirip ona da tepki gösterip kendimi geri çekiyorum. ama bir süreden sonra farkettiğim bunu artık ne olursa yaptığım canımı yakan ya da yakmayan. o da kötü bu da kötü şu da kötü diyerek.

sonra yavaş yavaş duygularımı olabildiğince saklamaya çalışan birine dönüştüm. haklı mıydım haksız mı, bilemedim. bilemediğim gibi aynı zamanda çok çaresizdim. tam bir yokluk duygusu. sonra baktım ki insanların tepkilerine sarılma eylemini bile yapmadığımı söylediler yapamadığımı değil. ve benim bunun üzerine farkettiğim şey 'artık çok korktuğumdu'. genel sonuçlara varan öznel yargılar dile getiriyordum sürekli. o zamandan bu zamana aşmaya çalıştığım şeyler arasında. sonrasına bakıyorum hani nerede diyorum kim nerede neden ölüyor ya da ölüme yatıyor.. ben bir şey değilim, kimse gibi. bu yok değilim ya da kimse değilim değil. sadece 'insan' olarak görünmek. farkındalığın bu kadar yok edilmeye çalışıldığı bir coğrafyada olduğumu anımsamak bile acıtıyor.

ben en başta türk değilim, kadın değilim, anne değilim, baba değilim, kardeş değilim, sevgili, karı, koca, arkadaş, dost değilim... ben önce insanım, olması gerektiği gibi.

5 Ağustos 2012 Pazar

"artık olmayan bir sevda hikayesi"

gözünün önünü göremiyorken beni kalbiyle gören göz, gayb'la bir ilişkin olabilir mi acaba! mutzsuzluğundan bahsediyorsun ya sen bunu dediğinde içimdeki yangınların üçüncü dereceden olması senin için iyi olan tarafıdır. ya bilir misin ki birinci dereceden yanıklarla yıllarca izler kalacağını!

ben diyorum ki hani şöyle gidelim uzaklara, bakalım kendimize ve birbirimize ister beraber ister tekil yapalım bunu. ama bir beraber olalım. kendimize kendimizle kalalım. veyahut birbirimize birbirimizle bakalım. ama bir ikimiz olalım, yalnız. neyse hadi kaldık diyelim gerisi nedir diyeceksin değil mi! hakikaten nedir bir de senden duymak istiyorum ne olduğunu. bir kerecik olsun söyler misin.

bazen çok düşünürüm yazmak istediklerimi. sonra birden anlamsızlaşır kafamdakiler. bırakırım kendimi. sonra yaz derim gidilecek neresi varsa gitsin. sanki zaman hep tüyolar veriyor bana. bazen nereye oturtacağımı bilemesem de elbet diyorum bir süre sonra bulacağım ne tarafa oturacağını. artık o kadar iyi birisi olmadığımı olamadığımı biliyorum sadece.

dizlerimi döverek ağıtlar yakıyorum gitmene. acıyı da biliyorum acının coğrafyasını da( gitmesem de kalmasam da birebir yaşamasam da). ama sen yine de gittin ben yine kaldım öylece. ne bitmeyen bir hikaye olmanı istiyorum ne de aklımda kalacak bir şiir. aklımda kalırsan eğer hiç bitmeyecek öyküler oluşturursun kafamda. bir tarafından iyi gözükse de bir taraftan benim kabusum.

17 Haziran 2012 Pazar

notlar 2


Yalnızlığın en korkunç tarafı burası mı; aklınla konuşmaya başlamak. Oysaki ne yalnızlıklar var. Lümpen adımlarla oluşmuş, kibriyle yükselmiş, varlık düzeyini iniş çıkışlarla renklendirmiş..

 insan başkasını kendinden bilirmiş, lafıyla çılgına döndüğüm anlar fazladır. Ürkütücü gelebilir ama görülmesi gereken ana tema, genişlik arzumuz. Bir hikaye yazamayacak kadar je’s la.

Görünen  o ki, fena yanılgılarımız var. Nice jargon geçti dilimizden, aklımızdan nice şiddetli eylemler. Felsefe terapistliği değil tabiî ki bu. Olanın bitenin hikayesi. Gelmiş geçmiş en destansı hikaye; insanın trajedisi. Hiç öyle yukarıdan tartışmayın benimle. Nedir bu böbürlenmeler diye. Öyle işte. Bizim için ne ola ki bütün bunlar. Yabancıyız biz yabancı. Kimimiz kimsemiz yok.

Çok anlamsız değil mi insanın birileriyle otururken hem bir başkası hem kendi olmaya çalışması. Bu ne kadar yahu saçmalama modunda bir şey değil mi! Lafın cuk diye oturmasıyla tamda gelinen nokta burasıdır.

Hiçbir zaman kendime samimi olamayacağım sanıyorum. Başkalarından çok kendimi aldatıyorum. Bu ne ola ki şimdi! 

Bedenim hafif bir yorgunlukla meşgul sanırım. Varış noktasının km cinsinden uzaklığı henüz belli değil. 

Hakikat ve gerçeklik dediğimiz şey zihnimizden ortalığa saçtıklarımızsa eğer ya rolümüze sahip çıkalım ya da sahneyi bir an önce terk edelim. 

8 Mayıs 2012 Salı

bir göz şehir




şimdi ben hani hep korkuyorum ya bir şeylerden, çıkmaz sokaklar yaratıyorum ya kendime, beynimi bunlarla yoruyorum ya ama sanırım bir o kadar bunlardan korkan ve içinde yaşayan sadece bir sürü insan var. farkımız sadece ben çok fazla açık ediyorum. ya da birilerinin senin adına korkması. endişe, rahatsız edici bir ses gibi. düşündükçe düşünürsün, içselleşir o içinde. sen farketmezsin ve o çoktan yerini alır. durur orada öylece. sen farkedene kadar. bazende yaşatmaz kimisini. neyse mevzu bahis aslında başka.

yoklukları can acıtan insanlar vardır. yanında olduğunda onların olduğunu bilme hissi çok iyi hissettirir. varolduklarını bilmekle aynı şey değildir ama. ama biliriz ki onların var olduğunu bildiğimiz için yaşamıyoruz. yalnızlığın son aşamasına doğru ilerlerken insanoğluyla beraber aynı doğrultuda hani istiyor ki gönül yan yana olmak, daha çok zaman algısını yok etmek. herkes kendi insancıllığında kavruluyor. kimsenin buna itirazı olamaz. bugün barış bıçakçı'nın veciz sözler kitabına bakarken şöyle bir veciz gördüm. "yalnızlık mı? milyarlarca insanın adı geçiyor bu bahiste!". hepimiz aynı yerdeyiz yani öyle olsa gerek kimisi farketse de etmese de. "hayatın neresinden dönülse kardır." denmiş ya işte ben oralardan dönmeye çalışıyorum bu aralar.  gidilcek yer arıyorum. bir göz şehriniz var mı!

11 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Varmış Bir Yokmuş



                  Bir adam sevmiştim bir zamanlar. Sevgilimdi temmuz’da. Çok uzun zaman olmasa da sanırım, eylüldü bağır çağır ayrıldığımızda ve dünya alaşağı olduğunda. O gün bugündür izler hala devam eder. Çekilmiyor kan ondan gayrı. Yol yol değil. Sürekli bir boşluk sürekli bir ne yapacağım şimdi, hali. Kapağı açılmayan şişe gibi. Akıtsan içindekini belki her şey bitecek. Her dakikada onu düşündüğüm de beynim şişiyor sanki. Kocaman oluyor bazen aynı rüyalarımdaki gibi. Kocaman olup tam patlayacağı anda uyanıyorum. Kader değil biliyorum inanmakta istemiyorum inanmıyorum zaten. Bütün literatür sanki bir anda yok olup orda vücut buluyor. Gidemiyorum! Kalamıyorum da! Ayrı yazılan de’leri çok kullanıyorum artık. Ayrılığın getirdiği bir şey olmalı. Aradaki anekdotlar ondan kopmak isteyişimin algısı. Artık yazıda bile var oluyorlar. 


                 Aslında ‘yok’ olduğu halde hala hissettiğim kaybetme korkusu ne kadar yıpratıcı. Var ama yok. Var ama senin hayatında yok. Kendi algın içinde o hayatın bir yerlerindeyken sen onun yanında değilsin. Bazen çok eziyor bu duygu. Hatta yoruyor, ağlatıyor ve hatta öldürüyor. Kendi hayatlarımızda birbirimiz için devrimdik. Kaçtığımız yerdik belki. Onun için ordaydık, kaçtığımız yerde güzel bir şey yakaladığımız için. En güzel huyumdu belki de o. Tariflerimiz çok fazla bizdendi, ikimizden. Bizi tanımayanlar bilmezler bunları ama. Kelimelerimin el verdiğince anlatabildiklerim bunlar. Fazlaca kibirli, fazlaca sivri, fazlaca gurulu ve alıngan, fazlaca aynıydık işte. O yüzden kaldıramıyoruz bir türlü ne kendimizi ne birbirimizi. Hep özlüyoruz ama hiç bitmeyecek gibi bu özlememiz. Hiç istemediğim şeyi yapıyorum aslında. İsmimin kaderini yaşıyorum belki de. Yorgunluktan belki de dilim el vermiyor söylemeye ama yine de zikir edeceğim hala seviyorum. Gidemediğim için değil kalamadığım içinde değil. Yok onsuz bir duygu durumu bile imkansız sanki. Yıllar sonra belki bir gün kavuşuruz diye yaşıyorum belki de. Çok saplantılı belki, belki çok yıpratıcı. Böyle hissederken ayrılığın ve yokluğun acısı çok çaresizce. Sanırım en çok bizi erkeklik ve kadınlık hallerimiz ayırdı. Ağrıtan acıtan ne varsa hepsi ona dair, ondan biliyorum. Yokluğu yokluğuma denk. Ya reva ya cefa diyorum artık. Adını da artık bilmek istemiyorum. Bütün yorumlar özneldir ve o öznellikte nasıl kalınacağı da çok önemli değil. Benden ve ondan sonra tufan olacaksa ikimiz içinde eyvallah. 

            Belki bu böyle yıllar sürecek. Belki de bi an bitecek bilmiyorum. Ama zamanı çoktan aştık biz sanırım. Zaman bizi aşamadı. Bilemiyorum, gelecek için ne kadar gün sayılabilir ki en fazla!

10 Nisan 2012 Salı

Hariçten Gazel



Okuyorum, okudum, okuyorlar. Sunuyorum başlıklarımı; tevkif edip kaçıyorum kendimden. Tecrit ediyorum kendimden olanları. ‘sen ‘ demişken içimden aklıma geldi de. Nasıl bir ‘ece’ gibi görmektir ki kendini ve nasıl bir kibirdir ki bu başka bir yüz görünür ardından. Kaçsam mı ki derken oradan ne mümkün! Bütün duygularımın eşliğinde söylemek mümkünken bu durumu eyletmiyor kendini fikirler. Sürecin en başında konuşmuştuk bu halsizliği. Farkındaydım her şeyin. Jargon çok aptalca belki ama dil yanlışları diyelim bunların adına. Yazıldığıyla kalsın diye. Öykünür elbet bir gün dil kendine. Açılacaktır kendi kelimeleriyle.

Çok fazla yalnız insan var, çok fazla kibirli, çok fazla öfkeli, çok fazla duygusal, çok fazla paranoyak, çok fazla endişeli, çok fazla mükemmeliyetçi, çok fazla hastalıklı, ççok fazla geri kafalı… çok çok çok fazla fazla fazla… ee ne olucak peki şimdi! Yanlış kimde, nerde, hangisinde. Hep bir suçlu arıyorsak hiç masum bulamayız ki! Geldik, gidiyoruz. “Hamdım, piştim, yandım.”

 “… ateşe tapan zata demişler ki, “Ne kadar zaman böyle yaşayacaksın, gel Müslüman ol, şehadet getir…” O da demiş ki; “Ben şehadet getirdiğim zaman, sizler gibi mi olacağım, yoksa Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim? Yani ben bir kere şehadet ettiğimde, hemen Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim?” deyince, demişler ki; ” Hayır, olmaz, sen imana gelirsin ama, Beyazıd-ı Bestami Hz. çok büyük bir zattır, o fevkalade bir zattır, bizim ulumuzdur.” Bunun üzerine; “Sizler gibi olacaksam, aynı kalmaya razıyım” diyor Mecusi…

6 Mart 2012 Salı

...

 nerden çıktı bilinmez belki sevilmez de ama hani kaçak güreşilen durumlar vardır. kararsızlığın tavan arasında kalmadan ortaya çıkmasını istemek ama bir türlü yapamamak. tam da üstüne bastığım yerdeyim, yerdeydim kimbilir belki bir gün tekrar oraya gelirim.


adamotu, duruşu insana benzer. Sadık Hidayet, kör baykuş kitabında adam otundan bahsederken ".. erkeğin koynundan ayırdıkları bir dişi adamotunu andırıyordu.." etli kökler iki çatal, bu çatallar birbirine sarılmış bir erkekle bir kadın. sanırım sakinleştirici etkisi de buradan geliyor ve bir o kadar mistik özelliğiyle büyücülükte kullanılması. zehirlensem geri dönüşüm(üm) olur mu acaba!


baykuş ürkütücü baktığı için mi ölümü anımsatır yoksa yaradılış olarak arkasına da dönebildiği için mi! çok ayırt edemiyorum artık bu tür ayrımları. çok gerilerde kalmış sanki net tavırlar. 'evet bu' denilen şey artık çok söylenmiyor sanki. muallak daha bir cazibeli, afili duruyor.


bunlar böyle ortaya çıkan akıl-dil sürçmeleri. hangisi seçilirse.bugün çok maymun algısı içinde oldum. maymun çarşaf, maymun oyuncak, maymun gibi kedi lafı bir hikmet çok gelmesin artık canım.


birileri şirk koşuyor bir yerlerde bende esefle yazıyorum.



4 Mart 2012 Pazar

notlar...

..düşünürdüm ki kelimelerin akışı hızlı olmalı. benim için böyle bir şey hiç mümkün olmadı herhalde. sıkıntılı zamanlardan geçerken ben hep unuttum kelimelerimi. sahip çıkacak vaktim hiç olmadı. bıraktım sonuna kadar öyle boşlukta yerini bulsun istedim. derdim hiçbir zaman belli bir legallikte yer alıyım olmadı. düşündüm ki derdim hep zaten belli legalliğin dışında olmaktı.


-biri bana 'bana biraz zaman ver' dediği anda düşündüğüm şey kimin zamanının istendiği. herkes kendi anında yaşıyor zaten. bu neden talep edilir ki! aslında kendi kendine söylenen bir şey daha çok.


-bazen düşünüyorum ki çok kalemsiz kaldım. sığlaştırılıyorum ya da buna izin veriyorum. kaçacak tek bir deliğimiz kalmamışken her bir yerlerimize pamuk tıkıştırılmışken nasıl olur da nefesimizi burnumuzdan alabiliriz! 


-altı çizilmiş çok kitap yok artık ikinci elcilerde. herkes nasıl okuyor ki kitapları?...